
Öncelikle, bu bloğun ilk yazısında da değindiğim gibi toplumumuzun 1071 öncesi Anadoluda (ve Trakyada) yaşamış medeniyetleri “Gavur” kabul etmesi ve onlara ait değerleri ise kabullenmemesi. Atatürk’ün, çiçeği burnunda, beli savaşlardan ve yokluktan henüz yeni doğrulmuş genç Türkiye Cumhuriyetinde, onca iş güç arasında tarih ve arkeoloji çalışmaları yaptırarak Anadolu’daki tarihi ve kültürel geçmişimizin ta Etilere ve hatta öncesine dayandığını fark etmemiz çabalarına rağmen, maalesef günümüzde hala O’nun yaratmaya çalıştığı tarih bilinci henüz tam anlamıyla oluşmadı. Bundan sonra oluşması da çok zor gibi görünüyor. İşte bu ortamda, Kibele gibi Anadolu medeniyetleri üzerinde etkili olmuş, hatta Halikarnas Balıkçısı’nın da anlattığı gibi Kabe’deki putların yanına konulduğunda, en önemli put olduğundan Kıble sözcüğünün kökeni olan Kibele, böyle bir ortamda ulusal simge olarak kabul görmez. Maalesef durum bu.

Nasıl ki Avustralya’lılar binlerce km öteden gelip gelip Gelibolu’daki Anzak Koyunda Şafak Ayini yapıyorlarsa, bizler de dedelerimizin çektiği çileyi ta içimizde hissederek onları saygıyla anardık. Anmıyor muyuz, anıyoruz. Ama ne kadar samimiyiz, ne kadar istekliyiz? Zaten onları anlayabilseydik güzel memleketimiz böyle mi olurdu?! Nene Hatun’un ve diğer kahramanlarımızın hikayesini kaç çocuk bilir bugün? Kaç kitapta yazar? Kaç filme konu olur? Hiç çizgi filmi yapılmış mıdır? Ama Bihter’i bilirler!
Durum maalesef budur sayın Karasu. Güzel olurdu Kibele’nin ulusal simge olması. Ama bu ortamda çok zor. Hatta imkansız.
Aslında bu yazınız önemli bir eksikliğimizi de aklıma getirdi. Türkiye Cumhuriyeti devlet arması olmayan ender ülkelerden. Neden bizim bir armamız yok?