2 Ağustos 2010 Pazartesi

Anadolu'nun Kıbele'si ve Nene Hatun'u

Haber Türk Gazetesinin 1 Ağustos 2010 tarihli Pazar ekindeki Milenyum köşesinde Ayşe Özek Karasu, Almanların ulusal simgesi Germania’dan, Fransızların ulusal simgesi Marianne’den ve Britanyalıların ulusal simgesi Britannia’dan bahsediyor. Örneğin Britanya adasını oluşturan İngilizlerin, İskoçların ve Gallerin Britannia’yı ulusal simge olarak kabul etmelerinden söz ediyor ve soruyor, “Kibele’yi ulusal sembol yapsak, uyar mı?”. Bence uyar. Anadolu üzerinde yaşamış ve etkisi Orta Doğuda dahi hissedilen Kibele’nin, yine bu coğrafyada yaşayan nice milletlerin ulusal bir simgesi olması yerinde olur. Aslında, Anadolu’nun kurtuluş mücadelesinde birleştirici unsur olan Kurtuluş Savaşımızın destansı kahramanlarından Nene Hatun da ulusal bir simge olabilir. Ama gerçekçi düşünürsek, ikisi de pek mümkün değil galiba. Neden mi? Açıklayalım.

Öncelikle, bu bloğun ilk yazısında da değindiğim gibi toplumumuzun 1071 öncesi Anadoluda (ve Trakyada) yaşamış medeniyetleri “Gavur” kabul etmesi ve onlara ait değerleri ise kabullenmemesi. Atatürk’ün, çiçeği burnunda, beli savaşlardan ve yokluktan henüz yeni doğrulmuş genç Türkiye Cumhuriyetinde, onca iş güç arasında tarih ve arkeoloji çalışmaları yaptırarak Anadolu’daki tarihi ve kültürel geçmişimizin ta Etilere ve hatta öncesine dayandığını fark etmemiz çabalarına rağmen, maalesef günümüzde hala O’nun yaratmaya çalıştığı tarih bilinci henüz tam anlamıyla oluşmadı. Bundan sonra oluşması da çok zor gibi görünüyor. İşte bu ortamda, Kibele gibi Anadolu medeniyetleri üzerinde etkili olmuş, hatta Halikarnas Balıkçısı’nın da anlattığı gibi Kabe’deki putların yanına konulduğunda, en önemli put olduğundan Kıble sözcüğünün kökeni olan Kibele, böyle bir ortamda ulusal simge olarak kabul görmez. Maalesef durum bu.

Gelelim Nene Hatun’a!... Biz toplum olarak, maalesef ulusal değerlerimizi çok çabuk unutuyoruz. Eğer bizim yaşadığımız çileyi, ızdırabı, yaptığımız haklı kurtuluş mücadelesini başka bir toplum yapsaydı, bugün Dünya’ya filmlerimizle, kitaplarımızla, aydınlarımızla, basınımızla haykıra haykıra bunu defalarca söyler ve kendimizi dinletebilirdik. Bugün bazı ülkelerin gayrimeşru çabalarını meşru göstermelerinde kitaplardan, belgesellerden, filmlerden ve çizgi filmlerden yararlanması söz konusu değil mi? Üstelik bizim çabamız meşru, yani nefs-i müdafa iken.

Nasıl ki Avustralya’lılar binlerce km öteden gelip gelip Gelibolu’daki Anzak Koyunda Şafak Ayini yapıyorlarsa, bizler de dedelerimizin çektiği çileyi ta içimizde hissederek onları saygıyla anardık. Anmıyor muyuz, anıyoruz. Ama ne kadar samimiyiz, ne kadar istekliyiz? Zaten onları anlayabilseydik güzel memleketimiz böyle mi olurdu?! Nene Hatun’un ve diğer kahramanlarımızın hikayesini kaç çocuk bilir bugün? Kaç kitapta yazar? Kaç filme konu olur? Hiç çizgi filmi yapılmış mıdır? Ama Bihter’i bilirler!

Durum maalesef budur sayın Karasu. Güzel olurdu Kibele’nin ulusal simge olması. Ama bu ortamda çok zor. Hatta imkansız.

Aslında bu yazınız önemli bir eksikliğimizi de aklıma getirdi. Türkiye Cumhuriyeti devlet arması olmayan ender ülkelerden. Neden bizim bir armamız yok?